Kraliyet Hayatının Ağzınızı Açık Bırakacak 13 Sırrı
Çocukken, birçoğumuz şövalyelerle ilgili aşk hikâyeleri okuduk ve kraliyet sarayında yaşamın hayalini kurduk. Cafcaflı kıyafetler, gösterişli balolar, cesur savaşçılar ve zarif kadınlar... Orta Çağ asilleri adeta bir peri masalında yaşıyor gibilerdi ve herhangi bir sıradan insan, onların yerinde olmak için her şeyini verirdi.
Banyo yapmak tam bir işkence olarak görülüyordu.
Geçmişteki soylu kadınların iç kıyafetleriyle banyo yaptığını birçok kişi biliyor. Ancak bazıları, bunu daha da ileriye taşıyordu. İngiltere Kralı II. George’un karısı Kraliçe Caroline, sadece tamamen giyinik bir şekilde banyo yapmakla kalmıyordu, aynı zamanda banyo yaptığı küvet, sauna etkisi yaratmak ve böylece kraliçenin üşütmesini önlemek için keten çarşaflarla örtülüyordu. Hizmetçileri onu, sabun çözeltileri ve kısrak sütü kullanarak pamuklu bezlerle dikkatli bir şekilde yıkıyordu.
Daha sonra, Caroline’ın banyo kıyafetleri pamuklu gecelikle değiştiriliyordu ve kraliçe, hızlı bir şekilde önceden ısıtılmış yatağına götürülüyordu. Hatta bazı hükümdarlar, banyo yaptıktan sonra üşümemek ya da hasta olmamak için yataklarını banyonun içine koyduruyorlardı.
“Tabure Damadı” saraydaki en saygın kişilerden biriydi.
Tudor Dönemi İngilteresinde, kraliyet sarayındaki en güçlü konumlardan birine “Tabure Damadı” deniyordu. Bu saray mensubu, özel kraliyet odalarındaki düzeni sağlıyor ve kralın giysileriyle ve hatta hesap kitap işleriyle ilgileniyordu. Kimi zaman tabure damatları, nakit para harcamalarını bile kontrol edebiliyorlardı.
Ancak bu pozisyon, adını en tatsız görevlerden birinden alıyordu. Bu görev, kral küçük veya büyük tuvaletini yaparken onunla ilgilenmeyi içeriyordu. O zamanlarda kraliyet ailesi mensupları, bu gibi kişisel işlerini yaparken bile yalnız kalmıyorlardı. Bir kral, Tabure Damadı ile sırlarını, dileklerini paylaşabiliyor ve hatta ondan tavsiye isteyebiliyordu. Her şeyden önemlisi, bu kişi kralın ne kadar sağlıklı olduğundan ve kendisini ne kadar iyi hissettiğinden tamamen haberdardı. Bu pozisyon, VIII. Henry ve aynı zamanda I. Elizabeth dönemlerinde mevcuttu.
Krallar ve kraliçeler hiçbir zaman yalnız kalmıyorlardı.
Kraliyet ailesi mensupları, özel yatak odalarında bile hiçbir zaman yalnız kalmıyorlardı. Kral veya kraliçe dışında, yatak odasında uyuyan başka birçok saray mensubu oluyordu. Yatak odasının kapıları neredeyse hiçbir zaman kapatılmıyordu. Biraz mahremiyete sahip olma konusunda ısrar eden ilk kraliçe Victoria’ydı. Böylesine yakın bir çevreye sahip olan kraliyet ailesi mensupları, çevrelerindeki insanlardan neredeyse hiç sır saklayamıyorlardı.
I. Elizabeth sarayının hanımları, onun kadın sağlığını en küçük ayrıntılarına kadar biliyorlardı. Bu bilgileri de iyi bir para karşılığında Majesteleri’nin Şanlı Özel Konseyi ile paylaşıyorlardı. Zira bu konsey, kraliçenin çocuk sahibi olabildiğinden emin olmak istiyordu.
Kraliçe, doğum yapmadan önce yatak odasına kapatılıyordu.
Eskiden asilzadelerin doğum süreçleri, birçok ritüelle ilişkilendiriliyordu. Kraliçenin temel görevi, kocasına ve ülkeye bir varis vermekti. Bu nedenle eşlerden ikisinin de sağlığı, görüşmeleri ve ilişkileri, saray mensupları tarafından aktif bir şekilde tartışılıyordu.
Tudor Hanedanı döneminde kraliçe, doğum yapmadan önce bir süreliğine kendisini yatak odasına kapatmak ve çocuk gelene kadar orada kalmak zorundaydı. Bir tanesi hariç odadaki tüm pencereler, panjurlarla kapatılıyordu. Bebek doğana kadar hiçbir erkek bu odaya giremiyordu.
Fransız hanedanı ise farklı geleneklere sahipti. Marie Antoinette’in ilk çocuğunun doğumu, büyük bir gösteri hâline getirildi. Odada, baba adayı dışında başka birçok akraba bulunuyordu.
Hükümdar ve maiyeti, haneleri arasında devamlı geziyordu.
Hükümdar ve maiyeti yüzlerce, hatta bazen 1.000’den fazla insandan oluşabiliyordu. Bu devasa çevre, nereye giderse gitsin kraliyet ailesini kuşatıyordu. Normalde, krallar ve kraliçelerin birçok sarayı oluyordu. I. Elizabeth ve maiyeti, birkaç haftada bir taşınıyordu. Ancak bunun sebebi, seyahat sevgileri değildi.
Bu durum, hoş olmayan kokulara katlanamamalarından kaynaklanıyordu. Saraylardaki eski kanalizasyon sistemleri mükemmellikten son derece uzaktı. Bu sistemlerin, birkaç hafta kullanıldıktan sonra temizlenmesi gerekiyordu. Saray kokmaya başlıyordu, dolayısıyla hükümdar ve maiyeti başka bir yere taşınıyordu. Orada kalan hizmetçiler tüm odaları temizlemek ve düzenlemek zorundaydı. Tüm şatoların, kralları ve büyük çevrelerini kabul etmeye daima hazır olmaları gerekiyordu.
Sanatın gücü, kraliyet evliliklerini nasıl etkiledi?
Kraliyet evliliği, tüm ülkenin hayatını etkileyen çok önemli bir olaydı. Bazı krallar, çok genç yaşta nişanlanıyordu. Bazıları ise eşlerini kendileri seçiyordu. Dış görünüş, bu işte önemli bir rol oynuyordu. Bu yüzden birçok kral, eş adaylarının resimlerini görmeyi talep ediyordu.
Kraliçeler, kocalarının kalplerini kazanmak için nasıl savaşıyordu?
Önceki yüzyıllarda, kralların eşleri çok fazla güce sahip değildi. Saray halkı arasındaki güçleri söz konusu olduğunda, nüfuz elde etmek için kullanabilecekleri çok az şey vardı ve bunlardan biri de kıyafetleriydi. Aragonlu Catherine ve Anne Boleyn, VIII. Henry’nin kalbini kazanmak için verdikleri savaşta kıyafetlerini kullandı. Catherine, kendi kıyafetlerinden yardım almaya çalıştı ve hatta yeni giysilere yaptığı harcamaları %50 artırdı.
Belirli bir kraliyet ailesi üyesini destekleyen saray mensupları da bunu kıyafetleriyle gösteriyordu. Örneğin, Catherine’in destekçileri İngiliz başlıkları takıyordu. Anne Boleyn’i destekleyen hanımlar ise bu başlığın Fransız biçimini tercih ediyordu.
Kraliyet ailesi üyelerinin kıyafetlerini yıkamak zorlu ve karmaşık bir işti.
Çamaşır makineleri ve toz deterjanlar ortaya çıkmadan önce, kıyafetleri temizlemek zorlu bir işti. Buna rağmen kraliyet ailesi üyeleri, daima temizliğe ve şıklığa önem veriyordu. Her kralın, çamaşırlarının durumundan sorumlu bir çamaşırcısı vardı. Tüm kirli tuvalet kıyafetleri ve yatak örtüleri ona gönderiliyordu.
Çoğunlukla, keten eşyalar yıkanıyordu. Diğer kıyafetler fırçayla temizleniyor, beyaz ekmek ile ovuluyor ve doğal malzemeler yardımıyla lekelerinden temizleniyordu. Neredeyse tüm giysilerin keten dolguları oluyordu ve bunlar da düzenli olarak dikkatli bir şekilde yıkanıyordu.
Kişisel çamaşırcı, genellikle kralların birçok sırrını biliyordu. Kariyeri ve saraydaki huzurlu hayatı, bu sırları saklamasına bağlıydı.
Kraliyet ailesi üyelerinin, kötü kokuları saklama yöntemleri vardı.
Tudor Hanedanı döneminde, her gün temiz çamaşırlar giymek bir onur meselesiydi. İnsanlar, özellikle de asilzadeler, haftanın her gününe yetecek kadar, hatta belki daha da fazla temiz çamaşıra sahip oluyordu.
Kıyafetleri, doğal temizlik ürünleri kullanılarak yıkanıyordu. Kötü kokulardan arındırılmak için biberiye ve lavanta çalılarının üzerinde kurutuluyorlardı. Bazen doğrudan çimlerin üzerine konuluyorlardı. Bu, kumaşa hoş bir koku veriyordu, güneş ışınları ise kıyafetlerdeki lekelerin yok olmasına yardımcı oluyordu.
Ayakkabılar, kraliyet üyelerinin dolabında önemli bir yere sahipti.
Ayakkabı trendleri de yüzyıldan yüzyıla değişti. 16. yüzyıldan itibaren, ördek gagası şeklinde ayakkabılar büyük bir moda akımı hâline geldi.
Hanımların ayakkabılarını görmek, aslında nadir bir durumdu; çünkü elbiselerin uzunluğu konusunda katı düzenlemeler vardı. Ancak Kraliçe I. Elizabeth, eteklerinin değiştirilmesini özellikle talep etti. Zira, küçük ayaklarına ve ince ayak bileklerine herkesin hayran kalmasını istiyordu.
Büyük saç modelleri, sadece trend olduğu için yapılmıyordu.
18. yüzyılda Marie Antoinette, puf denilen yeni bir saç trendi başlattı. Çiçekler, tüyler ve mücevherlerle süslenen bu karmaşık ve uzun yapılar, birçok kez alaya alındı. Üstelik çok masraflıydı. Ancak kadınların bu pufları yapmak için çok çabalaması, yalnızca güzellik için değildi. Bu saç modellerinin özel bir anlamı vardı ve kadınların, toplumsal normlar nedeniyle konuşamadıkları belirli olaylarla olan ilişkilerini göstermelerine yardımcı oluyordu.
Bu nedenle Marie Antoinette, kocası XVI. Louis’nin çiçek aşısı olması üzerine özel bir saç modeli yarattı. O zamanlarda, aşı olmak tehlikeli bir şey olarak görülüyordu. Marie Antoinette, pufu yardımıyla, bu tıbbi işleme dair kişisel görüşünü ifade etti. Saç modeli popülerleştikçe, Fransa sakinleri bu tehlikeli hastalığa karşı aşı yaptırmaya daha istekli hâle geldi.
Bazı başlıkları takmak için prenseslerin olağanüstü beceriye sahip olmaları gerekiyordu.
Hennin adı verilen başlık, Orta Çağ döneminin en popüler başörtülerinden biriydi. Günümüzde bile bu, bir prensesin karnaval kıyafetinin mecburi bir özelliği. Bu külahlar çoğu zaman kolalı ketenden yapılıyor ve ipek ile kaplanıyordu.
Bu başlık, külahın içine yerleştirilen saçların yardımıyla veya kulaklara takılan özel halkalar sayesinde başın üzerinde durabiliyordu. Herhangi bir durumda, bu başlıkla hareket etmek kolay değildi. Özel bir halka, bu başlığın ön tarafına ekleniyordu. Bu da şiddetli rüzgarlarda Hennin’i düzeltmeye ya da tutmaya yardımcı oluyordu.
Modayı kraliyet ailesi üyeleri belirliyordu.
Kraliyet ailesi üyeleri, eski zamanlardan beri modayı etkileme gücüne sahipler. Yeni moda akımları belirlediler ve katı kurallar koydular. Ancak, bu kıyafetlerden bazılarını giymek için kişinin belirli bir çevikliğe sahip olması gerekiyordu.
Örneğin Tudor Hanedanı döneminde, tek parça elbiseler hiç yoktu. Hepsi iç etek, tarlatan, korse, pileli kollar vb. dahil olmak üzere ayrı ayrı parçalardan oluşuyordu. Bunlar ya birbirine dikiliyordu ya da iğnelerle tutturuluyordu. Asil kadınların, yavaş ve zarif bir şekilde yürümesinin ve ters hareketlerden kaçınarak oturmasının nedeni buydu.
Önceki yüzyılların krallarının ve kraliçelerinin hayatlarında yaygın olan şeyler hakkında ne düşünüyorsunuz? Bunlar kulağa romantik mi geliyor, yoksa birer zorluk gibi mi duruyor?